Sunday, May 31, 2020

Netflix Kurdu

2020 Mart ortası ile Mayıs sonu arasında yaklaşık iki buçuk ay eve kapandık, hayatımızda belki bir daha yaşamayacağımız bir dönemde bir çokları gibi ben de eşimle Netflix’te ne zamandır izleyelim dediklerimizi fırsat bu fırsat deyip izledik. Mayıs sonu hesapladım, toplamda 240 saate yakın, yani koca bir 10 günü Netflix’e vermişiz. İzlediğim bazı yapımlar ile ilgili fikirlerimi ve hissiyatımı özetlemek istedim, az miktarda “spoiler” içerebilir fakat bu yazıyı okuduğunuzda yapımları daha hevesli izleyeceğinizi ümit ederim.

Neredeyse her dizide hissettiklerim:

-- Klasik toplum tepkisi vardır bizde; “Bu dizide propaganda var, kendi kültürlerini empoze etmeye çalışıyorlar, bunlar kültür emperyalisti..” . Aslında doğru.. Fakat şöyle bir detay var, biz prodüksiyon yaptığımızda karşıya %5 kendimize %95 çalışıyoruz, sonuç olarak uzun süreli etkileyicilik ve inandırıcılık düşük kalıyor. Netflix’te izlediğim yapımlarda bu propaganda meselesi daha dengeli, %60-%40 gibi sanal bir oran verebiliriz ki bu denge durumu yapımı daha izlenebilir ve daha inandırıcı kılıyor. Bunun en güzel örneği, İstanbul’un fethini konu alan 2012 yapımlı Fetih 1453 filmi ile 2020 yapımı Rise of Empires:Ottomans dizisi kıyaslamasıdır. Ottomans dizisinde tonla tartışmalı noktalar var fakat reklam reklamdır, birini Dünya’ya izletebiliyorsun, birini anca Türkiye’de.. Etki alanın işte böyle kısıtlı kalıyor.

-- House of Cards, İki Papa (Two Pope) ve Crown gibi tarihi dizileri izlediğimde hep içimden 'Gazi Mustafa Kemal Paşa'nın hayatı nasıl güzel dizi olur’ diye bir buruk sızı ile geçti. Örneğin Crown’da kraliçenin hayatının önemli kesitlerini gördüğümüz gibi, Paşamızın Harbiye’de yaşadığı yıllardan başlayıp harf inkılabına kadar yaklaşık 30 yılda yaşadıkları 10’ar bölümden oluşan en az 6-7 sezonluk dizi yapsanız, belkide ülke tarihinin en önemli dizisi olur. Dünya’da kamu diplomasisinin çok önemli olduğu ve ülke olarak dertlerimizi yurt dışına anlatmakta zorlandığımız bu dönemde ne kadar önemli bir yapım olur ama bu işi kim yapar, kim finanse eder vs vs.. Gönül ister gururla paylaşalım ekran görüntülerini, bağlantılarını, diziden alıntıları..

-- Genelde gerçek hayattan senaryo oluşturulan dizileri izlediğimden hep sahneleri düşünürken aklımdan geçen cümle: “Bizim memlekette bu hikayenin 10 katı var, yapmıyoruz aktaramıyoruz..”. Kalifat ve Fauda gibi dizileri izleyin, bazı kısımları kurgu da olsa insanların yaşadıklarını nasıl yapımlaştırmışlar, ne dediğimi çok iyi anlayacaksınız. 


ü  HOUSE OF CARDS: İzleyince dünyadaki tüm politikacılardan nefret ettirebilecek bir dizi olmasına rağmen eğer konulara ilgiliyseniz olay örgüsündeki bazı eksikliklere rağmen çok başarılı bir yapım.

·   Sadece son yıllar değil, Türkiye Cumhuriyeti’nin çok partili düzenindeki politik kültüre bakıldığında ABD’nin ne kadar farklı olduğu görülebiliyor. Oradaki kokuşmuşluğu, entrikaları ve siyasi manevraları da mümkün olduğunca çıplak bir şekilde anlatmaya çalışmış dizi fakat en çok dikkatimi çeken nokta, konuşmalarda hep ‘Ben şu yasayı hazırladım, bu yasa benim eserim’ gibi konular geçiyor. Bizde ise politik oyuncuların durumları maalesef genelde ideolojiler üzerine kurulu.

·  Politika deyince inşaat’tan söz etmemek olmaz. Özellikle 2010’lu yıllarda Türkiye’de hükümetin gereğinden fazla önem verdiğini düşündüğümüz inşaat sektörü, tüm dünya’da kısa vadede bir istihdam arttırma yöntemi. Bu bilgiyi bir çok sektör analizinde bulabilirsiniz fakat dizide 2020 Dünya’sının en gelişmiş ekonomilerinden ABD’de seçilen başkanın ilk icraatlarından birinin iş yaratma ve bunun için büyük altyapı yatırımları olduğunu görünce dikkati çekmiyor değil.

  

ü  MARCO POLO: Diziye çok para harcandığı belli, 13. Yüzyıl Çin’inde geçen dizide büyük Moğol İmparator’unun hayatı, devletin gelenekleri, saraydaki yaşam, harem hayatı, gerçekçi bir ambians ile işlenmiş. Moğolların o dönemki acımasız yaşamları, yanan atların savaş silahı olarak kullanılması gibi bugünden bakıldığında ilginç olan stratejileri ilgi çekiyor. O dönem ve tarihsel süreçlere merakınız yok ise tavsiye etmem, sıkıcı olabilir.

ü  THE ENGLISH GAME: 19. Yüzyıl sonunda sanayileşmiş bölgelerdeki emekçi toplumun günlük yaşamını ve futbolun hayatlarındaki önemini bu İngiliz yapımı tek sezonda özetlemiş. Bence dizinin en can alıcı noktası, kişisel hırsların yerine kurumların kuvvetli olmasının, ekonomik ve sosyal düzeni ne kadar ileri götürdüğüdür. En son bölümde görüldüğü gibi, kurumu yücelten kararlar sayesinde kurumsallığını koruyan düzenler, yıllar içerisinde o ülke ve topluma ne büyük sosyal, kültürel ve ekonomik değerler yaratıyor. Kurumlar kurumlar kurumlar, Daron Hoca'ya selam olsun..

 

ü  SELF-MADE MADAME C.J. WALKER: Dizi kısaca çalışmanın ne kadar önemli olduğunu gösteriyor. Tabi bu tip işlerde zamanlamanın da önemini görebiliyorsunuz, eğer döneminizde ülke hızlıca büyüyor ise işleriniz daha kolay olabiliyor, dizideki işlerin bu dönemde yapılsaydı dizideki gibi büyüyebileceğini pek zannetmiyorum.

 

ü  VERSAILLES: Güneş Kral 14. Louis’nin hayatının önemli bir kesitini anlatan dizide dikkatimi çeken bir sürü ilginç detay var:

·  Muhteşem Yüzyıl’ın en eleştirilen noktalarından biri padişah haremden genelde çıkmaması, sefere gidişlerinin az olmasıydı. Neredeyse aynı durumu bu dizide görüyoruz. Dünyada dönemi’nin en kuvvetli isimlerinden Fransız Kralı, saray hayatının detaylarında ve özel hayatının dalgalanmalarında o kadar çok vakit geçiriyor ki, diziyi izlerken ara sıra “Bu adam memleketle hiç mi ilgilenmeyecek” diyorsun içinden.

·    Zehirlemelerin nasıl yaygın ve büyük bir korku ortamı yarattığını görebiliyorsunuz. Tüm saray ve etrafı paranoyak olacaktı bazı bölümlerde. Ayrıca soyluların da politika’da ne kadar etkili olduğu, bakan olarak devlete hizmet etmeleri, iç politikada dengeleri değiştirmeleri gibi etkileri güzel anlatılmış.

 

ü  THE CROWN: Kraliçe 2. Elizabeth’in hayatını çok başarılı bir şekilde anlatmış, mutlaka tavsiye ediyorum. Çok yoruma gerek yok fakat izlerken hep içimi burkan hissiyatımı yazının başında detaylıca yazdım. Bir çok bölümü tek solukta izleyeceksiniz, fakat benim en beğendiğim bölüm kraliçe’nin ömür boyu üzülerek hatırladığı toprak kayması’nın işlendiği bölüm. Churchill’i canlandıran karakter çok başarılı, özellikle hava kirliliği bölümleri çok etkileyici. Yakın İngiltere tarihini kronolojik sıra ile öğreniyorsunuz.

 

ü  KALIFAT: İlk 2-3 bölümü ne kadar sıkıcıysa, son 2-3 bölümü de o kadar heyecanlı olan dizi. Neye inanılırsa inanılsın, insanoğlu’nun uçlara gittiğinde nasıl bir varlığa dönüştüğünü, kötü sıfatının ne kadar ilerleyebileceğini dizi gösteriyor. Fazla detay vermeyeyim, kısaca üzücü ama bir o kadar da gerçekçi bir dizi. Gönül ister bizim ülkemizdeki bazı dramatik hayatların da böyle güzel yapımlarla dünyaya hikayeleri aktarılsın...

 

ü  FAUDA: İsrail – Filistin anlaşmazlığının bireylerin hayatlarını nasıl etkilediğini çarpıcı biçimde anlatan klasik bir aksiyon dizisi. Biraz güncel olsun, heyecanlı ve akıcı da olsun diyenlerin aradığı bir yapım, kaçınılmaz olarak dizide propaganda da var. Bu tip anlaşmazlıkların nesiller boyu insanları ne kadar etkilediği, bozulan düğünler, ölenlerin ardında kalanların yaşadıkları gibi farklı hikayeler ile çok net görülüyor. Şiddete hiç bulaşmamış, bu işlerle hiç alakası olmayan insanların da gün geldiğinde bir olayın göbeğinde olabilecekleri de güzel işlenmiş.

 

ü  İKİ PAPA (TWO POPE): Bir dinin propagandası bu kadar mı sade ve güzel yapılır, işte bu film bize gösteriyor. Bir inancın kendi içerisindeki kokuşmuşluğu ve hatalarıyla yüzleşmesi, korumacılıkla yenilikçiliğin çarpışması ve bir şekilde bu iki zıttın ortak yol bulup buluşmaları, anlaşmaları.. Herhangi bir konuda karşıtlığın ortak paydada, asgari müşterekte birleşmesi nasıl anlatılır, işte bu film’de görülüyor. Propaganda yapacaksan böyle bir film ile yapacaksın dedirten yapım.

 

ü  UNORTHODOX: Din, inanç, tutucu gelenekler, bir sürü detay ilgi çekiyor dizide ama asıl nokta, üniversitelerde insan kaynakları derslerinde izletilebilecek seviyede, insanın içindeki cevherin ne kadar değerli olduğunu anlatması. Baskıcı toplumlarda sönüp giden ne yeteneklerin olduğu, bu gibi cevherlerin belkide büyük bir kısmının ne yazık ki boşa gittiğini anlatan hüzünlü bir yapım olmuş. Çocukları, gençleri yönlendirirken onları dinlemenin de ne kadar önemli olduğunu, baskılar ile hayatların ne ölçüde değişebileceğini çarpıcı biçimde somutlaştırılmış.

 

ü  TROTSKY: Tarihsel süreçteki detaylarına çok fazla hakim olmasam da devrim dönemi Rusya'sını güzel tasfir eden bir yapım. O dönemin yoksulluğu, politik aktörlerin ve halkın davranışları çarpıcı biçimde yansıtılmış. Eğer Kızıl Devrim dönemi ilginizi çekiyor ise mutlaka izleyin, dizinin Rusça olması da orjinalliği arttırmış.

 

ü  SPY: Gerçek hikayeden uyarlanan, devletin en üst makamlarına kadar yükselen bir casus’un hikayesi. En can alıcı kısım ise bireyin devletin menfaatleri doğrultusunda ailesi ve kendinden ne kadar ödün verdiği, özel hayatından neleri feda ettiği.. Sonunu hiç söylemeyeyim, ülkeler arası hala siyasi tartışma konusu.. Tabi ki propaganda var fakat başta bahsettiğim gibi dengeli olduğu için keyifle ve heyecanla izlenebilecek bir yapım olmuş.