Monday, March 10, 2014

Rusya - St. Petersburg



(05-09 Mart 2014) Hayatımın ilk Rusya gezisi bu zamana kısmet oldu. 5 gün boyunca ESTIEM'den arkadaşlarım ile gezdik tozduk çok iyi vakit geçirdik, fakat şaşırdığım o kadar çok nokta var ki, ben hiç Rusya'yı böyle hayal etmemiştim.

Öncelikle dillerini öğrenmeye çalışıyorsan sana yardımcı olmak için ellerinden geleni yapıyorlar. Beraber geldiğim arkadaşlarımdan Göktuğ, Rusça konusunda sadece gelirken uçakta önemli kelimeleri çalışmıştı, adam dönerken konuşmaları çat pat anlamaya başladı. 1 ay kalsak sökecek baya Rusça'yı. Her konuşmada açıklaya açıklaya anlatıyorlar kelimeleri nasıl kullanman gerektiğini ve defalarca yapıyorlar bunu. İsviçre'de ise durum birazcık farklı. Almanca konuşmaya çalışıyorsun, bir, yavaş konuştuğun için, iki, standart Almanca konuşmaya çalıştığın için, üç, bu da mı göçmen diye sana baktıkları için, dört de sana cevap verirken genelde İsviçre Almancası kullandığı için dili öğrenmeye pek hevesin kalmıyor. 

AVM konusunda bir kere daha emin oldum; bu yapılar globalleşmenin en büyük simgelerinden biri. İstanbul, Bakü, Denizli, Zürih, Madrid, St. Petersburg, İzmir, nereye gidersen git benzer markalar benzer ürünler. Lokasyona özel ürünler yerine genelde modaya bağlı ürün yelpazeleri. Hediye almak istiyorsun, aynısının Türkiye'de var olduğunu bildiğin için alasın gelmiyor, yanına gereksiz ağırlık almış oluyorsun. Çok gereksiz.

Geldiğimiz ilk gece şehir merkezinde güzel dekorasyonlu bir bara gitmiştik. Ardından eve gitmeden Göktuğ ve beni ağırlayan arkadaş alışveriş yapalım yemekleriniz için dedi ve süpermarkete gittik. Abi gece 2, biz koca hipermarkette yumurta, yoğurt ve dondurulmuş pizza aldık. Marketten çıkıncaya kadar hala inanamam. Rus arkadaşlara sordum, market 24 saat açıkmış ve "This is the rrrusssian way" dediler. Kafaları rahat cidden.

Arada Göktuğ ile yaptığımız geyikleriden biri de kapalı alanlarda sigara içilmesiydi. Sanırım AK parti döneminin en güzel icraatı şu mereti kapalı alanlarda yasaklaması olmuş. Gittiğimiz heryerden dönüşte leş gibi sigara kokuyorduk. 

İlk akşamki sohbetlerde, şu meşhur Hermitage müzesini gezdirecek kızlardan biri; "Bundan önce 15 defa gitmişimdir şu müzeye" dedi ve bir anda 5 yıl İstanbul'da yaşamış biri olarak kaç kere Topkapıya gittiğimi düşündüm ve kendi kendime utandım. Müze gezmenin zaman kaybı olduğunu düşünen çok bizim memlekette, daha da vahimi aklımıza bile gelmiyor bu haftasonu da şu müzeyi gezelim demek. Neyse, ertesi gün müzeye gittik ve çok beğendim. İçerideki salonlardan birini gezerken 6-7 yaşlarında bir çocuk grubu ve başlarında bir öğretmen gördüm, oturup sanat eserlerinin resmini çiziyorlardı. O kadar ilgimi çekti ki, bizim memlekette de kim bilir ne yetenekler var da neredeyse her sene değişen şu sınavlarımıza endeksli eğitim sistemimiz sağ olsun köreltiyoruz hepsini diye beni düşündürttü. 

İlginç gelen başka bir nokta da kablosuz internet noktalarının çokluğu. Merkezde olan birçok metro istasyonunda, birçok restaurant'ta, havalimanında ücretsiz başlantı vardı, tabi Zürih'ten sonra o kadar garip geldi ki. Buna rağmen de ülkeyi beklediğimden daha az gelişmiş buldum. Altyapı, ulaşım, yaşam alanları daha yüksek seviyededir diye bekliyordum. Şehrin dış periferilerinde dolaştığında birçok alanın daha yeni yapılaştığı, kaldırımların birçok kısmının toz toprak çamur olduğunu, toplu taşıma araçlarının eskiliğini (Prag, Varşova ve Bakü'de de böyledi!) görünce şaşırmadım desem yalan olur.

Gülmenin yasak olduğunu söyleseler inanırdım cidden şu 5 günde. Metroda kaç defa Göktuğ'a 'abi sessiz gülelim biraz, millet bize bakıyor' dediğimi sayamadım. Gülmüyor ya millet. İlginçtir, bu ciddiyet nereden geliyor ise insanlar malesef somurtkan olarak yaşıyorlar. Tabi ki herkes böyle değil ama genel bir somurtma yarışı hissediyorsun. Bunun komünizm'in bir kalıntısı olabileceğini düşündüm ama gerçek sebebi nedir çok merak ediyorum.

Yemek kültürleri de beni çok şaşırttı. Geçen sene Polonya'da aç kaldığımı ve yemek kültürlerinin neredeyse hiç olmadığını düşünüp Rusların da böyle bir kültürleri yoktur fikriyle geldim St. Petersburg'a ama ilk gün öğle yemeğinde, çorba, salata, ana yemek, tatlı ve çay kombinasyonunu görünce gözlerim yaşaracaktı valla. Birçok yemekleri bizim damak zevkimize uygun, muhtemelen de bu etki Türki cumhuriyetlerden geliyor çünkü Türkçe ile ortak kelimeler genelde yemeklerde. Çiğ börek, vişne, mantı, çay, hem Rusça'da hem de Türkçe'de olan kelimeler.

Bir küçük ayrıntı da giyim kuşam konusunda. Kızları giyinmeye çok çok önem veriyorlar. İlk iki gün aynı kotu giyip, 3. gün değiştirmiştim. Beni misafir eden kız görünce aa ne güzelmiş nereden aldın, yakışmış demez mi? Yahu daha ben aynaya bakmadım, nasıl fark ettin ne şekilde fark ettin?? İkinci gün de akşam evden çıkarken ayakkabılarıma laf etti; 'gittiğimiz yere bunlar pek olmaz da nyyyssseee' gibilerinden bir laf attı ortaya bizim oraların hatunları misali. O yüzden anladım ki giyim kuşamda gösterişe meraklı bir toplum.

Kendim için düşündüklerime gelecek olursaak. İleride burada çalışma ihtimalim olduğu için benim için ayrı da bir anlamı vardı bu gezinin, yaşamak ister miyim istemez miyim görmek istedim. En önemlisi, abi ben bir dil daha öğrenmek falan istemiyorum. Şu bildiklerimi adam gibi kullanmayı öğreneyim önce yeter. Ne kadar zor, vakit ve enerji alıcı bir iş ya bu dil olayı. Bir de kuzey ülkeleri pek bana göre değil, güneş yok hiç bunalıyorsun. 

Son olarak kızları da gerçekten çok güzel. Bazen insan dalıyor bakarken bu ne ya diye :) Ne diyelim Cenab-ı Allah yaradıyo... :)


     Havanın soğuk olduğunun kanıtı..

     Bolşevik devrimi yaşanırken, insanlar bu koridordan saraya girip Çar ve ailesini götürmüşler.


    Bu kafede yediğin kurabiyeye veya içtiğin kahveye para ödemiyorsun, kaldığın zamana göre hesap geliyor, bunun için de masada duran gibisinden bir saat alıp masaya koyuyorsun. Çok şeker bir kafeydi.

     Şehrin ana meydanı, arkada da Hermitage Müzesi

    Şehrin ana meydanlarından birisi

    Hermitage Müzesi'nde gezerken gördüğüm çocuk kafilesi

No comments:

Post a Comment