Saturday, January 14, 2017

Frankfurt

Bildiğimiz, klasik, büyük bir Alman şehri... Almanya'nın finans ve bankacılık merkezi olduğu için bolca beyaz yakalı görülüyor. Merkezdeki kafeler, restaurantlar da tabi biraz daha gösterişli. Münih ve Stuttgart genelde üretim şehirleri olduğundan salaş barlar ve dönerciler daha yaygın, tabi üretimde çalışan çok olduğundan, fakat burada millet daha resmi takılıyor.

Fuar meselesine gelecek olursak, bu Almanlar her şeyde olduğu gibi fuar işinde de sistemli hareket ediyorlar. Frankfurt'ta ev tekstili fuarı olurken aynı veya birkaç günü çakışan tarihlerde de düseldorfta promosyon ürünleri fuarı oluyor. Birçok kişi birinde 2 gün gezip ardından diğer fuara geçiş yapıyor. Mesela pasaport kontrolden ülkeye girerken polis fuar biletimi göstermemi istemişti ve Düsseldorf'a gideceğimi sordu. Cevapladıktan sonra nedenini sorduğumda polis, gelenlerin bir kesiminin iki fuara da gittiğini, bu yüzden aradaki seyahat bileti ve kalacak yerini sorduğunu söyledi. Ülke olarak sistemli çalışmak heralde böyle birşey..

Fuar ekonomisinin ülkeye kattıklarını düşünürsek de, klasik deyimle otelinden taksicisine herkere pay düşüyor. Ben bir apartman dairesi kiraladım, gecelik 80 euro civarında bir ödeme ile iyi bir fiyatla temiz bir yerde kaldım, fakat stand açan firmalar ile görüştüğümde ödenen paraların pek öyle az olmadığını gördüm. Mesela Denizli'den bir firma, fuar'a yakın, bilinen bir otele gecelik kişi başı 400 euro civarında ödeme yapmış. Kişileri saymadım ama 7 kişi desek, 5 geceden 14.000 euro konaklama ücreti. Orta büyüklükte bir stand için 50.000 euro masraf yapıldığını duydum başka bir denizlili firmadan. Müşteri yemekleri, taksi ücretleri, 400 euro civarında uçak biletlerini düşünecek olursak, ortalama büyüklükteki bir firma, 70.000 euro minimum masraf ediyordur. Uçak biletleri haricinde bu masrafın tümü Almanya'ya kalıyor. 70'den fazla şirketin katıldığını düşünürsek, (biraz Türk hesabı oluyor ama:) ) yaklaşık 5 milyon euro, Frankfurt şehrine SADECE DENİZLİ'den giren para. Bu sadece bir hafta içerisinde ve tek bir şehirden geliyor, yıllık bazda çok iyi rakamlar ediyor. Neredeyse tümü de hizmet olduğundan üretim bandı gibi malzeme gideri vs yok, bu miktar her yıl şehirde taksiciye, garsona, devlete bölünüyor. Özel harcamaları saymıyorum bile. Biz de yurtdışından hala müşteri bulalım da yüzde 10-20 kar ile havlu satalım. Bu işler bizi de doyurur ama sonraki nesillere kalır mı çok da ümitli değilim. 

Bir akşam Denizli'den tanıdıklarımla yemeğe gittik ve masada oturanlardan bazıları Frankfurt'ta yaşayanlardı, ilginç hikayeler de anlattılar. Birinin kardeşi metroda bilet kontrolü yapanlardan ve yılda birkaç defa Türklerin kendilerini yakalattığından bahsetti. Nasıl mı; arkadaş biraz esmermiş ve belli oluyormuş baya Türk olduğu, metro kapısı açıkken dışarda binsem mi binmesem mi gibi beklerken metro içerisinde ayakta duran bizim uyanıklar bazen sesleniyorlarmış: "Abi gel gel bekleme ya biletsiz biniver birşey olmuyor" . Tabi sonra paşa paşa 60euro cezayı ödüyorlar. Uyanıklığın bu kadar ucuzu artık :)

Tabi Almanya denince düzen ve sistemi düşünürüz ama bunu kurmanın da en önemli unsuru denetleme ve kontrol mekanizması. Yemekte oturduğum kişilerden biri de belediyede çalıştığını söyledi ve yağmur sularını bile nasıl kontrol ettiklerini anlattı. Komik gelebilir ama adamların vergi sistemini nasıl kontrol ettiğini gösteriyor. Geçen yıl başına gelen bir vakada adam yağmur suyu giderlerinden birini evin içine bağlamış, günlük ihtiyaçlarında çamaşır bulaşık yıkarken falan kullanıyormuş. Bizim Türk akıllı tabi Allah'ın suyu ya ne diyecekler diye düşünmüş ama Alman yer mi bunu! Nasıl olduysa bir gariplik olduğunu fark etmişler, 3 gün boyunca evin su çıkışına sayaç koyup sonra giren çıkan sudaki anormalliğisap etmişler, ve bu durumdan ötürü (atık su veya kanalizasyon vergisi gibi bir ismi vardı da hatırlayamıyorum şu an) ceza kesilmiş. Almanya'da yağmur suyu ile bahçe sulayabiliyormuşsun fakat bunu başka amaçlarla kullanamazmışsın, su illa toprağa karışacak, düzen bu şekildeymiş. Adamların şu örnekteki vergi kaçağını bile bulması gerçekten takdir edici, Almanya niye lokomotif ülke, saat gibi çalışan makine mübarek deriz, e boşuna değil tabi.

Bahsetmem gereken bir detay da güvenlik durumu. Geçen yıl fuar girişinde çanta kontrolü yoktu, içeride devriye gezen güvenlik görevlileri yoktu, bu yıl ikisi de var. Metrolarda, havalimanının pasaport öncesi sonrası her bölgesinde, şehrin kalabalık yerlerinde, kısaca birçok bölgede asayiş polislerini ve özellikle elinde otomatik silah olan (ki ben bu tür silah taşıyan polisleri ilk defa görüyorum Avrupa'da) polisleri görebiliyorsunuz. Dünyanın çivisi çıktı arkadaş, her yerde terör korkusu...

Farklı işler yapmalı, dokuma boyama gibi işler babamın jenarasyonunda iyi prim yaptı, bizim üzerine ne koymalıyız, bunları düşünmemiz lazım. Bu mesele bir tır mermer gönderip, aynı paraya bir tomografi cihazı almaya benziyor malesef, bu halde devam ettiğimiz sürece elin oğlu ilerler, biz de arkasından öylece bakarız.


Kaldığım stüdyo daire, fuar zamanı geceliği 80euro'ya bir yer bulunca insan seviniyor :)

Block House diye bir restauran zincirinin çok güzel etleri var, tavsiye ederim.

Fuar alanında gezerken.

Opera Binaları

Buffalo Steakhouse diye bir et lokantası var, yediğim en güzel etlerden birini yedim orada, mutlaka gidilmeli...







No comments:

Post a Comment